Mustafa Kemal, bir savaşın ortasında doğmadı. Bir ülkenin kurucusu olarak da doğmadı.
O, tıpkı bizim gibi bir çocuktu önce. Öğrenciydi. Merak ederdi, okurdu, sorardı.
Ama bir gün, etrafındaki dünyanın çürümekte olduğunu fark etti. Ve işte o gün, sadece kendisi için değil, henüz doğmamış milyonlar için düşünmeye başladı.
Yoruldu.
Savaşlarda terledi, hastalandı, aç kaldı.
İhanet gördü, yalnız kaldı, ama geri adım atmadı.
Çünkü biliyordu: Bir millet uyanmazsa, bir milletin yok olması sadece zaman meselesiydi.
Atatürk, silahı sadece savaşta değil, düşüncede de kullandı.
Onun asıl devrimi, bir halkın “kendiyle yüzleşmesi”ydi.
Kadına “Sen de varsın.” dedi.
Çocuğa “Sen geleceksin.” dedi.
Halka “Sen yönetebilirsin.” dedi.
Bunu yaparken put olmadı, tanrılaşmadı.
Aksine defalarca "Ben bir insanım." dedi.
Hatta belki de en insani yönü, öleceğini bilerek, ölümden daha büyük bir fikir bırakmasıydı.
Bugün hâlâ bir okulda çocuklar Atatürk’ü andığında, o sadece bir tarihi figür değil.
O çocuklar özgürce okuyabiliyorsa, o hâlâ hayatta.
Mustafa Kemal Atatürk, sadece bir adam değildi.
Bir halkın cesaretiydi.
Bir milletin "yeniden başlama" gücüydü.
Ve hâlâ, birilerinin pusulası olmaya devam ediyor.
Atatürk, sadece geçmişte yaşamış biri değil. Bizi geleceğe taşıyan bir fikir.