Felsefede “Kendilik nedir?” diye sorulur hep.
Ama gerçek şu:
Kendini bilmek, çoğu zaman kendini savunmak zorunda kalmaktır.
Çünkü “Ben buyum.” dediğinde, dünya genellikle şöyle sorar:
“Emin misin?”
“Doğru olan bu mu?”
“Ya sadece yanılıyorsan?”
Ve bazen bir insan, sadece var olabilmek için bile binlerce kelime harcar.
Trans bireyler olarak bizler de felsefi bir sorunun, yaşayan cevabıyız.
Kendimizi yeniden inşa ederken, sadece bedenimizle değil; düşüncemizle, irademizle, acılarımızla da var oluruz.
Sartre “Varoluş, özden önce gelir” der.
İşte tam da bu yüzden, biz önce var oluyoruz. Sonra adımızı seçiyoruz.
Bizi doğuran değil, bizi tanıyan isimlere tutunuyoruz.
Birçok filozof “özgür irade var mıdır?” diye tartıştı yüzyıllarca.
Oysa biz her gün o iradeyi yaşıyoruz.
Toplumun kalıplarına rağmen, kendimiz olmayı seçiyoruz.
Bizim için felsefe sadece bir tartışma değil.
Bir yaşam biçimi.
Çünkü biz;
Sokrates gibi sorguluyoruz,
Nietzsche gibi yeniden yaratıyoruz,
Ve Simone de Beauvoir gibi varoluşumuzu kimsenin tanımına sıkıştırmıyoruz.